“Gayri insani, anormal ve sapkın öteki”

LGBTİ hareketinin hâkim normları ve hakikat rejimini sorgulayarak sarsması; uzun yıllara yayılan sessizlik sarmalanın yırtarak sesini kamusal alana taşıması ve inkâr politikalarına itirazı bilhassa bunu kendi mevcudiyetine, kendi kimlik sınırlarına bir tehdit olarak gören muhafazakâr -İslamcı zihniyetin tepkisini geciktirmemiştir. Zygmunt Bauman’ın kavramsallaştırmasıyla LGBTİ’ler muhafazakârlığın-İslamcılığın “kavramsal Yahudi”sidir. Bir dış unsur, sağlam/sağlıklı toplumsal dokuya bozulmayı sokan yabancı bir beden, sapkın, aşağı/ikinci sınıf, fakat güçlü ve fesat. Dolayısıyla toplumumuz -toplumumuzdan murad edilen normal kategorisine dâhil edilen heteroseksüel nüfustur- insanlığın geleceğini ve nesil emniyetini tehdit eden eşcinsellikten korunmalı, eşcinsel lobisine her daim teyakkuzda olunmalıdır.

“Nefret söylemi” kavramı ve bu kavramla bağlantılı olarak nefret suçları kavramı, 2000’li yılların ortasından itibaren Türkiye’nin gündemine girdi.

Trabzon’da Santa Maria Kilisesi Rahibi Santoro’nun, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni yazar Hrant Dink’in, İncil satışı yapan Malatya Zirve Kitabevi çalışanlarının katledilmesi, LGBTİ’lere (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) yönelik sayısı gittikçe artan ve genellikle ölümle sonuçlanan saldırılar, nefret söylemi ve nefret suçu kavramlarının hem akademik hem de popüler düzeyde kapsamlı tartışmaların konusu haline gelmesini sağladı.
Ayrı bir yazının konusu olabilecek nefret suçlarını bir kenara bırakarak, nefret söylemi kavramına yakından bakmaya çalışalım. Nefret söylemi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 1997 tarihinde alınan bir tavsiye kararda şu şekilde tanımlanıyor: “Irkçı nefret, yabancı düşmanlığı, anti-semitizm ve hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi. Hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret, saldırgan milliyetçilik ve etnik merkeziyetçilik, ayrımcılık ve azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli kişilere karşı düşmanlık yoluyla ifade edilen hoşgörüsüzlüğü içermektedir.”(1)

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, dinsel hoşgörüsüzlük dâhil, hoşgörüsüzlükten kaynaklanan nefreti yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı çıkaran ifade biçimleri, nefret söylemi kapsamında değerlendirilmektedir. Kuşkusuz nefret söylemi; sadece ırk, ulusal/etnik köken yahut din değil cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, yaş, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, sınıfsal konum temelinde ötekileştirilen/dışarıda bırakılan/madûnlaştırılan tüm kesimler üzerinden işleyebilir. Ayrımcılık üreten asimetrik toplumsal iktidar ilişkileri ve normlar içinde şekillenir; toplumu yapılandıran zihniyet kodları ve onun arkasındaki ideolojik örüntülerle beslenir. Önyargı, stereotipler ve etiketler nefret söyleminin üretimindeki temel araçlardır. Judith Butler, nefret söylemini kullananların aslında o sözlerin yaratıcısı olmadığını; önceden belirlenmiş bir söz dağarcığından, ötekileştirici imgeler repertuarından, mevcut ırkçı külliyattan, zaten kullanıma hazır bir dilden alıntılar yaptıklarını ifade eder. Nefret söylemine başvuranlar, aslında o söylemin ürünüdür. Nefret söylemine başvuran kişi ait olduğu toplumun söylemsel mimarisinden, muhakeme ve zihniyet yapısından, adetlerinden belli fragmanları tekrarlamakta, yeniden üretip dolaşıma sokmaktadır. (2)

Ötekinin sistematik inkârı ve ötekini her tür insani özellikten yoksun bırakmaya yönelik delice kararlılığa yaslanan (3) nefret söylemi, ötekilerin uğradığı haksızlıkları ve adaletsizlikleri ya görünmez kılar ya da manipüle eder. Öyle ki hayatı hayat sayılmayan “gayrı insani öteki” öldüğünde dahi yası tutulmaya değmeyecek bir bedendir.(4) Bu anlamda nefret söylemi; ötekine/dışarıda bırakılana/madûna karşı şiddeti savunan, mazur ve meşru gören, hatta teşvik eden bir söylemdir. Bu anlamda çoğunlukla nefret suçlarının yolunu açar.

Diğer yandan ötekiyi susmaya, içe kapanmaya ve görünmez olmaya zorlayan nefret söylemi, toplumu tektipleşmeye, hâkim konumda bulunandan farklı varoluşların düşüncelerini ve yaşam tarzlarını bastırmaya yarayan bir tertibat işlevi görür.
Türkiye’de nefret söylemlerinin hedef tahtasına oturttuğu grupların başında LGBTİ’ler gelmektedir. LGBTİ’lere yönelik nefret söylemi kuşkusuz yeni bir fenomen değildir. Topluma yön veren bir ideolojik yeniden üretim aygıtı olarak medya 1980’lerden bu yana homofobik/transfobik nefret söyleminin kristalize olduğu mecralardan birisi olagelmiştir. “Profesör Mındıkoğlu ve erkekten dönme kızlarının mahkemeye çıkarıldıkları” (28 Mayıs 1984, Tan), “Polisin Beyoğlunda fing atan nonoşlara karşı düzenlediği operasyonda 98 erkekten dönmeyi yakaladığı” (22 Mart 1986, Tan ), “Erkek olunca iş bulamadıklarını söyleyen ve kadın kılığında gezen eşcinsellerin başkenti mesken tuttuğu” (30 Ekim 1990, Tan), “Ülker Sokağı mesken edinen ve hastalık saçan travestilerin liseli gençleri evlerine alıp para karşılığı seks yaptıkları” ( 16 Ekim 1996, Takvim), “Avrupa’nın sıcak ve soğuktan sonra üçüncü savaşının eşcinsellik olduğu” (1 Temmuz 1997, Milliyet) şeklindeki haberlerde LGBTİ’ler yaftalayıcı, küçük düşürücü, alçaltıcı ifadelerle ve ötelikleştirici imgelerle sunularak LGBTİ’lere dair ahlakî dışlama meşrulaştırılmış; nefret normalleştirilmiştir.

1990’lar ve özellikle 2000’li yıllarda LGBTİ hareketinin eşitlik talebiyle kamusal sahaya çıkışı; bir yandan heteroseksizm ile homofobinin/transfobinin tartışılır –en azından üzerine konuşulur- hale gelmesini sağlarken, öte yandan LGBTİ’lere ilişkin nefret söyleminin yeni boyutlar kazanmasını da beraberinde getirmiştir. LGBTİ’ler artık üzerine konuşulmasına lüzum olmayan yahut ancak mizah konusu yapılabilecek “nesneler” olmaktan çıkmaya başlamış “düşman” kategorine doğru evrilmiştir.

LGBTİ hareketinin hâkim normları ve hakikat rejimini sorgulayarak sarsması; uzun yıllara yayılan sessizlik sarmalanın yırtarak sesini kamusal alana taşıması ve inkâr politikalarına itirazı bilhassa bunu kendi mevcudiyetine, kendi kimlik sınırlarına bir tehdit olarak gören muhafazakâr -İslamcı zihniyetin tepkisini geciktirmemiştir. Zygmunt Bauman’ın kavramsallaştırmasıyla LGBTİ’ler muhafazakârlığın-İslamcılığın “kavramsal Yahudi”sidir. Bir dış unsur, sağlam/sağlıklı toplumsal dokuya bozulmayı sokan yabancı bir beden, sapkın, aşağı/ikinci sınıf, fakat güçlü ve fesat. Dolayısıyla toplumumuz -toplumumuzdan murad edilen normal kategorisine dâhil edilen heteroseksüel nüfustur- insanlığın geleceğini ve nesil emniyetini tehdit eden eşcinsellikten korunmalı, eşcinsel lobisine her daim teyakkuzda olunmalıdır.

Yeni muhafazakâr Türkiye’nin muhafazakâr medyası LGBTİ’ler hakkında nefret söyleminin kimi zaman ırkçı milliyetçilikle iç içe geçtiği “zengin” örneklerle doludur. Akit gazetesi ve Habervaktim siteleri her fırsatta “sapık” ve “sapkın” gibi ifadelerle LGBTİ’leri ve LGBTİ örgütlerini hedef göstermektedir. Örneğin; 3 Eylül 2012 tarihinde Habervaktim sitesinde yayınlanan “BDP’li Önder’den Sapkınlara Destek” başlıklı haberde “Van depreminde enkaz altında kalan halkı bir kenara bırakarak onlarca Mehmetçiği şehit eden PKK’lının cenazesine koşan Önder, şimdi de Diyarbakır’da babası tarafından cinsel sapkınlığın pençesine düştüğü gerekçesiyle öldürüldüğü iddia edilen R.A.’nın hukuki sürecini takip edeceğini, olayın aydınlatılması için elinden geleni yapacağını açıkladı” diyerek bir taşla iki kuş vurulmaya çalışılmaktadır. Habervaktim’in ırkçılık ve homofobik nefret söylemini çapalayarak sunduğu örneklerden bir diğeri; avukat Sinem Hun’un, kamuoyunda Hitler’li şampuan reklamı olarak tanınan bir şampuanın reklam filminde kadın kimliğine hakaret ve Yahudilere karşı nefret söylemi olduğu gerekçesiyle suç duyurusunda bulunması üzerine yaptığı haberdir. “Siyonist Uşakları Yine Teröre Sarıldı” başlıklı haberde ( 6 Kasım 2012); “Hitler’li reklamın televizyonlarda yayınlanmaya başlamasının ardından, eski DYP Milletvekili Yahudi işadamı Cefi Kamhi ile Kaos GL isimli sapkınların derneğinin de avukatlığını yürüten Baroya kayıtlı Sinem Hun, ‘reklamda ırkçılık suçu işlendiğini’ iddia ederek savcılığa başvurdular” denilmektedir. LGBTİ’lere dair nefret söylemi niteliği taşıyan haber ve yorumları sadece marjda sayılan Akit/Habervaktim ile sınırlı görmek yanıltıcı olacaktır. Son olarak 5 Ekim 2014 tarihinde Sabah Gazetesi’nde yayınlanan “Şişli Belediyesi’nin Renkli Özel Kalem Müdürü” başlıklı haberde; “Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü, eşcinsellere destek veren Boysan Yakar’ı, özel kalem müdürü yaptı. Taksim’deki LGBT yürüyüşünde “renkli” kıyafetlerle dikkat çeken Yakar’ın, partide tartışma yarattığı”nın ifade edilmesi bugün Akit/Habervaktim tarzı haberciliğin daha soft biçimleriyle de olsa ana akımlaşma yolunda epey mesafe kaydettiğinin göstergesidir.

“Dininin, dilinin, kininin, öcünün, davacısı olan”, (6) ayrımcılığı, ötekileştirmeyi ve kutuplaşmayı derinleştiren, söz konusu tarz ve siyaseti bekası için elzem addeden AKP rejimi, LGBTİ’lere yönelik nefret söyleminin artmasına göz yummaktadır. Eşcinselliği tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak gördüğünü söyleyen eski Aile Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın, “eşcinseller de anayasada eşitlik istiyor; verecek miyiz?” diyen Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun söylemlerinde cisimleşen muhafazakâr İslamcı iktidar paradigması, LGBTİ’leri anormal ve sapkın kategorileri üzerinden işaretleyip sapkın olanın kurbanlaştırılmasına normalin sürdürülmesi adına izin vermekten, dahası teşvik etmekten öte bir anlam taşımaz. Bize düşen görev; bedenlerimiz/hayatlarımız üzerinde doğru/yanlış, ahlâklı/ahlaksız, sağlıklı/hasta, normal/sapkın şeklinde kurgulanan dikotomileri altüst ederek bu dikotomilerden güç alan nefret söylemlerini ifşa etmektir. Bu noktada hetoroseksizm ile ırkçılık arasındaki paralellikler ve kesişimler üzerine düşünümsel bir politikanın ötekinin dışlanması pratiklerini geri püskürtme adına bir direnç odağı yaratacağı gözlerden kaçırılmamalıdır.